MEDYALAB - 2. SAYI

Günümüz Türkiye Sinemasında Kadının Adı Hala Yok Mu? Kadın kimliğinin yok sayılmaya çalışıldığı ve kadının konu- munun baskılandığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu değerler hayatın her alanında olduğu gibi sinemada da yeniden ve yeniden üretili- yor. Özellikle Türkiye sinemasına baktığımızda 1980’li yıllara kadar geleneksel yapıyı aşan kadın temsillerinin pek fazla olmadığı bilinen bir gerçek. 2000’li yıllara gelene kadar sinemadaki kadın yönetmen- lerin de bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olduğu gerçeği de göz önünde bulundurulduğunda bu durum şaşırtıcı da değil. Zira ülkemizde erkek egemenliğinin sadece sinema alanında değil toplumsal hayatta da feminist bir bakış açısıyla sorgulanışının tarihi maalesef çok eskilere kadar uzanmıyor. Toplumsal hayatta bu eril yapıyı alaşağı edecek ve dönüştü- recek feminist mücadele iken sinema alanındaki bu eril yapıyı kıra- cak olan ise filmlere getirilecek olan feminist bir bakış açısı. Kadının özne olarak kendi bağımsız kimliğini ortaya koyabildiği, patriyarkal düzeni sorgulayan ve ortadan kaldırma iddiasında olan filmler an- cak feminist bir bakış açısıyla mümkün. Eril bir alan sinemadaki en önemli görev ise, kadın yönetmenlere düşüyor. Son dönem Türkiye sinemasında çekilen kadın yönetmenlerin filmleri elbette ki (erkek yönetmenlere göre) çoğunlukla kadınları daha gerçekçi bir biçimde temsil ediyor ve eril ideolojiyi sorgulatıyor. Fakat “bu durum kadın yönetmelerin filmlerini ne kadar feminist yapmakta?” noktası bir soru işareti olarak önümüzde duruyor. Üstelik yönetmenlerin ne- redeyse hiçbirinin kendini feminist olarak tanımlamaması bu bakış açısının filmlere yansımadığını daha da belirginleştiriyor. 2000 öncesi Türkiye sinemasına baktığımızda “kadın sorun- larına odaklanan kadın yönetmen” olarak ismini söyleyebileceği- miz en önemli ve belki de tek isim Bilge Olgaç diyebiliriz. Olgaç’ın ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ N. TUĞÇE BİGA Auteur Kadın Yönetmenlerin Filmlerindeki Kadının Temsili ondan destek almaya çalışması ama karşılıksız kalması, Mustang filminde kız kardeşlerin birbirlerine sığınması, Toz Bezi filminde temizliğe giden kadının kocasını hep bekleyişi ya da Araf filminde sevgilisinin onu almaya geleceğini beklemesi gibi. Bu filmlerde aile yapısı gözümüze çok fazla batmaktadır çünkü bu kadınların aileleri onları anlamayan, dışlayan, söz hakkına sahip olmadıkları ve mutsuz hayatlarının asıl nedeni niteliğindedir. Aynı şekilde kamusal alandaki yerlerinde de farklılık sağlanama- maktadır. Çalıştıkları yerlerde bazen kadın oldukları için dışlanma- ları bazense hem cinsleri tarafından zarar görmeleri sınıfsal prob- lemlerini arttırmakta ve bu kadın karakterleri çıkmaza sokmaktadır. Yönetmenler gişe filmi dediğimiz filmlerdeki sorunsuz, ekonomik özgürlüğünü ele almış, özgür kadın stereotiplerinden uzak kalarak toplumun asıl sorunlarını ele alarak okuyamamış, okusa bile ailesi tarafından inanılmamış ya da özgürlükleri ellerinden alınmış kadın- ların sorunlarını incelemektedir. Bu 4 filmde de gördüğümüz gibi anne figürünün üzerinde çok fazla durulmuştur. Gözetleme Kulesi filminde dayısı tarafından tecavüze uğrayan ve hamile kalan ana karakterin annesine sığın- maya çalışması ve karşılıksız kalması, çocuğu doğurduktan sonra bir türlü anneliğe alışamaması ve çocuğunu istememesi ya da Araf filminde ana karakterin sevgilisinden hamile kalıp ailesine söyleye- meden hastane tuvaletinde çocuğu tek başına doğurup ölümüne sebep olması aslında kurtarılabilecek olan hayatların aileleri tara- fından yok oluşunu görmekteyiz. Kız çocuklarının ailedeki yerleri burada çok fazla önem kazanmaktadır ve büyük bir yara olarak Türk kadın yönetmenlerin filmlerinde ele alınmaktadır. Anneliğin sadece doğurup büyüten olmadığını insanların birbirlerine annelik yapabileceklerini Mustang filminde görmekteyiz. Kız kardeşlerin birbirlerine sığınarak girdikleri bu dünyanın kapıları gene aile yapısı ve kız çocuklarının ailedeki yerlerini gösterecek bir örnektir. Kutsal annelik rolünü bu 4 filmden farklı olarak sadece Toz Bezi filminde görmekteyiz. Bu filmde de anne karakterimiz eşi gittiği için evin tüm yükünü maddi – manevi yüklendiğinden çocuğuna zaman ayı- ramamaktadır. Toplumumuzda bu şekilde yüklerle yaşayan binlerce kadın gibi. Türk toplumu var olduğundan itibaren ataerkil bir yapıya ev sahipliği yapmaktadır bununla birlikte toplumsal cinsiyetçilik gün geçtikçe çoğalmış ve insanların üzerinde belli rollere bürünmüştür. Bu toplumsal cinsiyetçilik rolleri toplumun her alanına yayıldığı gibi sinemayı da etkilemiştir. Sinemanın Türkiye’de başlangıcından günümüze kadar kadın karakterleri değişik stereotiplerle izleyiciye sunulmuştur. 80’li yıllara kadar yaygın olmayan kadın yönetmenler 90’lı yıllar ile birlikte geleceğin kadın yönetmenlerini yavaş yavaş ortaya çıkartacaktır. Yıllar geçtikçe yönetmenler alışagelmişliğin dışına çıkmak istemiş ve kendi filmlerini kendi gözlerinden, kendi kamera açıları, kendi kurgu teknikleri ve özgür senaryoları ile çekmeye başlayıp bağımsız filmler ortaya çıkarmaya başlamıştır. Bu dönemlerde kadın Auteur yönetmenlerde toplumda kadın sorunlarını işleyen birçok film üretmeye başlamıştır. Gişe kaygısı gütmeden gerçekte var olan ve toplumsal cinsiyetçiliğin yüklediği bu rolleri izleyiciye sunmakta- lar. Yazımızda bahsedeceğimiz Türk Auteur kadın yönetmenler Pelin Esmer Gözetleme Kulesi (2012), Deniz Gamze Ergüven Mus- tang (2015), Ahu Öztürk Toz Bezi (2015) ve Yeşim Ustaoğlu’nun Araf (2012) filmlerinde kadın temsili ile ilgili ortak noktaların varlığı Türk toplumundaki toplumsal cinsiyet rollerinin bir örneği niteliğin- dedir. Her filmde kadının birine karşı inanma isteğini görmekteyiz Gözetleme Kulesinde hamile kaldıktan sonra annesine söyleyerek STÜDYO SORUMLUSU YAREN KALKAN 1980’li yıllardaki “Kaşık Düşmanı”; “Gülüşan”, “İpekçe” gibi filmleri feodal düzen içeresindeki kadının konumunu sorgulayan filmler arasında bulunuyor. Kadının mağdur ve öteki kimliğinin belirgin olduğu bu filmler (üstelik bir kadın yönetmen tarafından) eril düzenin kadın kimliğini baskılamasını temsil etmesi anlamında önem taşıyor. 2000’li yıllara baktığımızda ise Türkiye sinemasında kadın yönetmelerin sayılarının oldukça artmış olduğunu görüyo- ruz. Kadın yönetmenlerin artışıyla sinemada da kadının toplumsal konumunun sorgulandığı daha fazla film çekilebiliyor. Bu bağlam- da bu filmlerde kadının kamusal alana yerleştirilmesi ya da kadının baskılanmasının temsil edilmesi kadının sinemadaki temsili açısın- dan önemli olarak görülebilir. Son dönem Türkiye sinemasına bak- tığımızda filmlerinde kadın temsillerinin ön planda olduğu, kadın sorunlarına odaklanan, festivallerde ödüller almış Pelin Esmer, Çiğdem Vitrinel, Yeşim Ustağoğlu, Emine Emel Balcı, Deniz Gamze Ergüven, Ahu Öztürk, Esra Saydam ve Nisan Dağ gibi yönetmen- ler bulunuyor. Pelin Esmer’in “Gözetleme Kulesi”(2012), Çiğdem Vitrinel’İn “Geriye Kalan” (2011), Yeşim Ustaoğlu’nun “Araf” (2013), “Tereddüt”(2016), Emine Emel Balcı’nın “Nefesim Kesilene Kadar” (2015), Deniz Gamze Ergüven’in “Mustang”(2015), Ahu Öztürk”ün “Toz Bezi” (2015), Esra Saydam ve Nisan Dağ’ın “Deniz Seviyesi” (2014), adlı filmleri anlatı yapılarında kadın karakterlere odaklanarak; kadınların patriyarkal-kapitalist düzen içindeki ko- numlarını tartışmaya açıyorlar. Türkiye sinemasında kadınların sorunlarının kadın yönet- menler tarafından ele alınması, gösterilmesi ve tartışılmaya açıl- ması elbette önemli fakat ne yazık ki bu noktada şöyle bir sorun bulunuyor. Türkiye sinemasında kadın hep mağdur, edilgen, çare- siz olarak kodlanıyor. Mesela Ustaoğlu’nun “Araf” filminde filmin başkarakteri Zehra, eril düzene müdahale edemeyerek kurtuluş yolu olarak evliliği seçiyor. Vitrinel’in “Geriye Kalan” filminde sorunlu bir evlilik sonlandırılmayarak var olan düzen bozulmuyor. Esmer’in “Gözetleme Kulesi” filminde tecavüze uğrayan Seher hayatının çıkış yolu olarak yine bir erkeği görüyor. Dolayısıyla, kadın tüm bu filmlerde ikincilleştirilmekte, özne haline getirileme- mekte, yaşanan tüm olumsuz olayların sonucunda ise mağdur ve öteki olarak yoluna devam etmekte yani düzen bozulmamaktadır. Kadınların bu mağduriyet ve öteki konumu elbette ki toplumsal hayatın gerçeğidir. Fakat kadınların filmlerdeki bu temsil biçim- leriyle birlikte kadınların mağdur ve edilgin konumları daha da belirginleştiriliyor ve bu durum onaylanır hale gelebiliyor. Kadınların özgürleşim sorunsalında kadının bir özne olarak sinemada temsil bulması ise ancak feminist bilinç taşıyan yönet- menlerin, feminist mücadeleyi görmezden gelmeyerek; bu anla- yışla filmlerini oluşturması yoluyla gerçekleştirilebilir gibi gözü- küyor. Kadın yönetmenlerin feminist bilinçle yaptıkları bu filmler yeni bir kadın sinemasının yolunu açacağı gibi sinemadaki dişil söylemin de görünür kılınmasını sağlayabilir. Türkiye sinemasında ise kadın yönetmenler, kadın temsilleri açısından alışılmış kodların dışına çıkmış olsalar da eril söylemin yerini dişil söylemin aldığı filmler üretme konusunda ise maalesef yetersiz kalıyorlar. Femi- nist bilince sahip kadın yönetmenler olmadıkça bu durum ise is- tisnai örnekleri dışında devam ediyor. Zira kadınlar tarih boyunca hep ezilmişlerse de hep mücadele de etmişler ve bu mücadeleleri sonunda önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Türkiye sinemadaki mağdur ve çaresiz kadın temsilleri ancak bu feminist mücadelenin ışığında dönüşebilecektir. 14 MEDYALAB ARAL IK 2 02 0 1 5 MEDYALAB ARAL IK 202 0

RkJQdWJsaXNoZXIy Mzc2MDc5