MEDYALAB - 3. SAYI
1 2 13 13 12 B eyaz etekleri açılarak dönen, başın- da uzun sikkeler bulunan semazen figürlerine bugün Türkiye’de, hatta belki dünyada epey insan aşinadır. Türkiye’nin tanıtım filmlerinden hiç eksik edilmeyen, Kon- ya’nın önemli bir uluslararası turizm merkezi haline gelmesine büyük katkıda bulunan bu semazenler ve onlara eşlik eden ney, tanbur, rebab çalan müzisyenler bugün devlet destek- li bir Mevlana ekonomisinin önemli parçalarını oluşturuyorlar. Peki bu ekonomi nasıl ku- ruldu, Mevlevi sema ritüeli nasıl böyle turistik ve popüler hale geldi, hatta milli bir sembole dönüştü? Bu yazıda bunun tarihine ve problem- lerine göz atacağız. Her yıl Mevlana Celaleddin Rumi’nin ölüm yıldönümü olarak kabul edilen 17 Aralık tarihinin öncesindeki 2 haftasını kapsaya- cak şekilde gerçekleştirilen, “Mevlana İhtifal- leri”, “Şeb-i Arus” yahut “Hazret-i Mevlana’yı Anma Törenleri” olarak ifade edilen törenler, 1950’lerde oldukça sınırlı imkanlarla kurulmuş- tu. Bugün ise iktidarıyla muhalefetiyle tüm dev- let erkanının bulunduğu, canlı yayınlarla verilen medyatik bir tören haline gelmiştir. 1940’larda Hasan Ali Yücel’in de desteği- yle Konya Halkevi tarafından düzenlenen akademik nitelikli anma toplantılarıyla başlayan törenlere, yavaş yavaş önce Mevlevi müziği, sonra semazenler, ardından semazenlerin kıyafetleri eklenmişti. Nezih Uzel’in aktardığına göre, tüm unsurlarıyla ilk Mevlevi sema ayini 1956 yılında gerçekleşebildi. Bu dönemde bu etkinlikten rahatsızlık duyanlar olmuştu. Çünkü herkesin bildiği üzere, 1925’te tekke ve za- viyeler kapanmış, buna bağlı olarak da tarikat ritüellerinin icra edilmesi, tarikat kıyafetlerin- in giyilmesi yasaklanmıştı. Sadece kültürel bir canlandırma olarak kalması kaydıyla izin verilen bu törenlerin sadece bir folklor gösterisi olduğuna, bir dini içerik barındırmadığı- na ne icra edenler ne organize edenler ne de basın ikna değildi. Cumhuriyet’in semazen yetiştiren veya Mevlevi müziği öğreten bir kurumu bulunmadığına göre, bu “temsili” törenleri icra eden insanlar elbette tarikatlarda yetişmiş insanlar ve onların eğittiği kişilerdi. Peki, bir Mevlevi dergahında yetişmiş yahut bu zihniyetle büyümüş biri, bu performansı dini özel- liklerinden arındırılmış bir folklor göster- isi gibi icra edebilir miydi? Elimizdeki hatırat kitaplardan öğrendiğimiz kadarıy- la, heyetin ciddi kısmı törenleri dini bir motivasyonla sürdürüyordu. Öte yandan, eğer bu kişiler bu ritüeli gerçekten dini bir motivasyonla yapıyorlarsa, bu Cumhuri- yet’in yasasının delinmesi ve pek çokları için de “irtica” demekti. Bu dönemin gazetelerinde bu törenleri eleştiren yazılara rastlamak mümkündür. Bu yazıların en ilginçlerin- den biri İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker ‘in sahibi olduğu Akis mecmuasın- da yayınlanmış 25 Aralık 1954 tarih- li “İhtiyatsız hareketler” başlıklı yazıdır. Hükümetin düzenlenen geniş çaplı Mev- levi ayinlerine göz yummuş olmasını hayret ve üzüntüyle karşılayan yazar, Konya’nın kıyafet kanunun ayaklar altına alındığı bir üstü açık dergâha çevrildiğini; turizme faydası olsa da zararı daha büyük olacak bir irtica riskine girildiğini; bir mütefekkiri anma bahanesiyle alenen tarikat ayini yapıldığını ifade ediyordu (Ağaoğlu 2013, ss105-107). Ayrıca yazı- da Cumhuriyet gazetesinde ve Demokrat Parti’ye yakınlığıyla bilinen Zafer gaze- Cumhuriyet Türkiyesi’nde Mevlevi Ayinlerinin Medyatikleşmesinin Kısa Tarihi Araştırma Gör. Burcu Sağlam Sarıkaya meevlevi ayinleri tesinde de törenlerden duyulan rahatsızlıkların dile getirildiğinden bahsedilmiştir. Kısacası olumsuz tepkiler Akis ile sınırlı değildi. Öte yandan, Tercüman gazetesinin Refi Cevad Ulu- nay başta olmak üzere, Nezih Uzel ve Sadettin Heper gibi Mevlevi kültüründen gelen yazarları vardı. Ulunay her yıl törenlere gidiyor, o yılki törenlerden duyduğu dini şevkten, törenlerde görev alanların maddi karşılık beklemeksizin Mevlana sevgisiyle nasıl özverili çalıştıklarından bahseden yazılar yazıyordu (Ulunay 2003). 1964’te Tercüman gazetesi Mevlevilik ile alakalı geniş bir özel sayı bile yapmıştı. 1950’lerdeki ir- tica eleştirileri giderek zayıflamış, 1970’lerden sonra da etkisini kaybetmişti. Bugün ise tören- lerden irtica çıkarımı yapılması yahut Atatürk devrimlerine aykırılığından bahsedilmesi old- ukça nadir görebileceğimiz marjinal fikirler haline gelmiştir. Bu yorumların azalmasında; törenlerin dini boyutunun giderek aşınması, buna bağlı olarak insanların ritüelin otan- tikliğine daha az inanması, 1970’lerden itibaren bir New Age figürü olarak Mevlana Celaleddin Rumi’nin popülaritesinin dünyada yükselişi ile dinlerarası/dinlerüstü bir Mevlevilik imajının oluşması, ayrıca 1990’lardan itibaren devletin daha doğrudan biçimde törenleri sahiplenmesi de etkili olmuştur. İşitsel Medyada Mevlevi Müziği Mevlevi ayinleri, bir müzikal form olar- ak geleneksel Türk müziğinin en büyük, san- atsal açıdan en kıymetli formlarından biridir. Bu müzikal zenginliğin getirdiği meşruiyetten ötürü, Mevlevi ayinleri 1930’larda Darülel- han tarafından basılabilmiştir (Erguner 2003). Mevlevi ayinleri için sembol kişiliklerden biri müzisyen-hafız Kani Karaca’dır. Hem Konya’da- ki törenlerde hem de çalıştığı İstanbul Radyo- su’nda Mevlevi ayini ve Kur’an okuyarak pek çok ilki gerçekleştirmiş, geleneğin aktarımın- da rol oynamıştır. Martin Stokes (2010), Ka- raca’nın kayıtlarını dini müzik alanına yapılmış çok büyük katkılar olarak değerlendirir. 1964’te Dede Efendi’nin saba ayinini plak haline get- irmesi de yine bir ilktir. Kani Karaca’nın yanı sıra Münir Nurettin Selçuk, Hamiyet Yüceses ve Bekir Sıtkı Sezgin gibi ünlü müzisyenler de hem kayıtlar yaparak hem de radyoda ve konserler- inde bu eserlere yer vererek Mevlevi müziğinin meşruiyet alanını ve popülerliğini artırmışlardır. Bugün en yaygın olarak bilinen Türk müziği enstrümanlarından birinin ney sazı ol- ması da törenlerle ilişkilidir. Ney sazı Mevla- na’nın mesnevisinde bir sembol olarak kullanılır ve Mevlevi ayinlerinde de olmazsa olmaz bir sazdır. Niyazi Sayın gibi neyzenlerin saza get- irdiği dinamizmin yanı sıra Mevlevi ayinlerin- in ve Mevleviliğin artan popülaritesinin de bu yükselişle ilişkisi olduğu söylenebilir. Görsel Medyada Mevlevi Ayinleri İlk kez bir Mevlevi ayininin 1954 yılın- da Basın Genel Müdürlüğü tarafından filme alındığını bunun da zaman zamanTRT’de göster- ildiğini biliyoruz. 1960’larda Fransız bir kanalın töreni filme aldığını, 1972’de ise Amerika turn- esi esnasında tören ekibinin bir performansının stüdyoda kayda alındığını ise anılardan öğreni- yoruz. Bunların yanı sıra, 1960’lardan itibaren filmlerde de semazen figürlerine ve ney sazına rastlıyoruz. Örneğin, ünlü şarkıcı Zeki Müren’in 1968 yapımı Kâtip filmi için semazen kostümü giydiği fotoğraflar basında yer almıştı. 1973’te ise Atıf Yılmaz Mevlana’nın hayatını anlatan bir belgesel film çekmişti. 1974’te TRT Galata Mevlevihanesi’nde bir film çekti ve ünlü edebi- yat tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı’nın söyleşisi eşliğinde yayınladı (trtarsiv.com ’da mevcuttur). Bu filmin TRT tarafından Türkiye’nin tanıtımı için Avrupa’ya gönderildiğini biliyoruz. TRT’nin 1978’de bir başka Mevlana belgeseli daha çek- miş olması bu dönemde Mevlana’nın hem yurt içinde hem de yurt dışındaki popülaritesinin arttığını gösteriyor. 1990’lı yıllardan itibaren Kültür Bakanlığı’nın Türkiye tanıtım filmlerinde de semazenler vazgeçilmez unsurlar olmuşlardır (Kültür bakanlığının sitesinde örnekleri mevcut- tur). 1980 sonrasında, Türkiye’de artan Mev- lana ilgisinin, dünyadaki ünlenmeyle paralel geliştiğini görüyoruz. 1994’te Madonna’nın “Bedtime Story” adlı şarkısının klibinde, ar- dından 2001 yapımı Altın Yumruk İstanbul’da filminin bir sahnesinde yine semazenler kul- lanılmıştı. 2003 yapımı İbrahim Bey ve Kuran’ın Çiçekleri, 2005 yapımı Bab’Aziz gibi tasavvufu konu alan ünlü filmlerde Mevlana’ya referanslar görüyoruz. Eurovision şarkı yarışmasının 2004’te İs- tanbul’daki finalinde bir önceki yılın kazananı Sertab Erener, kadın ve erkek semazenlerin yer aldığı bir şov eşliğinde bir şarkı söylemiş, bunun üzerine kadın semazenin geleneğe say- gısızlık olup olmadığı bir süre tartışılmıştı. Bu tartışmanın devamına bu yıl İBB’nin düzenlediği Mevlana anma töreninde kadın-erkek karışık yapılan performansın ardından da şahit olduk. Üstelik, Farsça olan Mevlevi ayini ve naat ile Arapça olan Kuran tilaveti Türkçe okunmuştu. Bütün bunların performansın İslami karakterine saygısızlık olduğu gerekçesiyle pek çok eleştiri yapıldı. Mevlevi ayinlerinin para verilip seyre- dilen bir turistik aktivite olduğu, semazenlerin ve organizatörlerin bundan para kazandığı bir ortamda bu gibi İslami kaygıların hala kuvvetli olması törenlerin melez bir karakterde olduğu- na, ne tam “şov” ne de tam “dini ritüel” karakter- inde icra edilemediğine işaret gibi görünüyor.
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy Mzc2MDc5