MEDYALAB - 3. SAYI

4 6 47 47 46 Goffman’ın sahne benzet- mesi tüm etkileşimleri kapsıyor- du ve çevrimiçi etkileşimlere de genişletilebilir. Günlük hayatımız- da biriyle yolda ayaküstü selam- laştığımız bir etkileşimde bile diğer- inin gözünde nasıl göründüğümüzü, nasıl bir izlenim bıraktığımızı, yani personamızı düşünürüz ve farkına varırız. Bu bizi hedeflerimize ul- aştırır. Arzuladığımız ilişkilere ve etkileşimlere sahip olmamız için gereklidir. Dost olmak istediğimiz birine dostça gülümsemiş olduğu- muzdan emin olmak isteriz. Patro- numuza saygılı ve becerikli yanımızı gösterdiğimizden emin olmak ister- iz. Mevcut/müstakbel eşimize ya da sevgilimize şefkatli ve çekici yanımızı gösterdiğimizden emin olmak isteriz. Çünkü bu person- aların hepsi bizi bu etkileşimlerde ve hayatta hedeflerimize ulaştırır. Dolayısıyla bir zayıflık değil, insani kapasitemizin bir parçasıdır. Fakat bu personalar yanıltıcı veya gerçek dışı biçimde karşımıza çıkıyorsa sebepleri ve sonuçları üzerine daha detaylı düşünmek gerekir. Bu du- rum bir patolojiye işaret edebileceği gibi, art niyet ya da pasif agresyon vb. motivasyonlara bağlı olabilir. Bireylerin sosyal medyada çoklu kişilik yaratması bir problem mi? Çoklu kişilikten kastımız hayattaki farklı rollerimizin gereği olan çoğulluk mu yoksa patolojik ve birbiriyle tamamen bağımsız kişi- likler mi, yoksa kimlikler mi? Susan Turkle’ın 90 lı yıllarda sosyal ağlarda etkileşimli oyun oynayan katılım- cılarla yaptığı çalışması bazen çoklu kimlik deneyimlerinin iyi sonuçları olabileceği ile ilgiliydi. Günlük hayatta fırsatını bulamadığımız kim- lik performanslarını anonim sosyal ağ ortamlarında ya da anonim olma- sa bile kontrolü bizim elimizde olan iletişim platformlarında deneyim- leme şansımız olabiliyor. Bu başkası- na zarar vermediği müddetçe, ze- nginleştirici, benlik netleştirici ve özsaygı arttırıcı bir deneyim olabilir. Ergenlik döneminde de sosyal me- dyada farklı kimliklere bürünmeyi, kimliğini deneyerek bulmaya çalış- ma sürecinin bir yansıması olarak değerlendirebiliriz. Sosyal medyada dini olay veya durumlara tepki gösterilm- esi veya dikkat çekilmesi ve bunun devamlı yapılması bizlerin psikolo- jisini nasıl etkiler? Sosyal medya üzerinde insanların dini değerler hakkında olum ya da olumsuz haber ve içerik görmesi, insan- ların inanma güdülerini nasıl et- kiler? Sizce sosyal medyada dini figürlerin sürekli görünür olması onların anlamını insan zihninde ne derece şekillendirebilir/yok edebilir/yüceltebilir? Daha önceki sorularda bun- lara kısmen cevabını verdiğim sor- ular vardı; onları yinelemeyeyim. Fakat yine etki perspektifinden ve tutum değişimi kuramlarından hareketle sosyal medyaya dair bir şeyler söyleyebilirim. Sosyal me- dyanın geleneksel medyadan en önemli farklarından biri etkileşime açık olmasıdır. Kullanıcıların daha önce hiç olamadıkları kadar ak- tif olmaları denklemi değiştiriyor. Sosyal medyada geleneksel me- dyada olmayan bir diğer unsur da “ağ”. Bu nedenle literatürde so- syal medyanın “sosyal ağ siteleri” olarak da adlandırıldığını görebili- yoruz. Ağlar kullanıcıların seçim- lerine göre oluşuyor ve her ne kadar anonim hesaplar var olsa da genellikle bilinirlik üzerinden et- kileşim gerçekleşiyor. Kişinin ağını kendi seçmiş olması ve ağında maruz kalacağı bilgi kaynaklarını kendi belirlemiş olması ve bunlar- la etkileşime geçebilmesi tutum değişimini konuşurken gözden geçireceklerimizi belirliyor. Araştırmalar sosyal ağ kul- lanıcılarının genellikle hâlihazırda- ki tutumlarına benzer tutum- lara ve mesajlara rastlayacakları ağlar oluşturmayı tercih ettikler- ini gösterdi. Hatta bu ağlar yankı odası olarak adlandırılıyor, çünkü dolaşımda olan ve maruz kalınan ya da etkileşime geçilen içerikler oldukça benzerler. Ağ dışında kal- an ya da mevcut tutumumuzla uyuşmayan içerikler yankı odasın- da hızlıca direnç oluşacak şekilde elden geçiyor ve tutum değişimi zorlaşıyor. Yani dini inançla ilgili olumlu/ olumsuz düşünceler ya da davranışlar sosyal medyada yer aldığında bunun ne tür bir etki yaratacağı kullanıcının ağının tu- tumuyla yakından ilişkili. Belli bir tutumumuzun be- lirsiz olduğu konularda sosyal ağlarımız da yankı odası oluştura- cak kadar homojen olmayabilir. Hatta henüz o konuda bir yankı odası olmayabilir. İletişimciler/ reklamcılar bireyleri genellikle böyle boşluklardan yakalamaya çalışır. Örneğin ergenler ve genç röportaj yetişkinler gibi dini konularda kimlik ve tutum oluşumu süreci devam eden kullanıcılar bu konu- da propaganda ve ikna süreçlerine daha açıktır. Sosyal ağlarda olumlu/ olumsuz tutumların ne derece yer alması doğrudur diye sora- cak olursak da etik bir tartışmaya başlamamız gerekir ve bunun cev- abı ayrı ve sanırım uzun bir yazı olur. Kullanıcıların Facebook üzerinden en çok ne tür kim- likler sunma eğiliminde olduk- ları sorusuna ilişkin “istenilen muhtemel benlikler” tezini ileri süren Zhao, Grasmuck ve Mar- tin’in çalışması sosyal medyada persona kavramını tanımlar nite- likte sonuçlar teyit etmektedir. Bahsedilen bu çalışmaya göre Facebook üzerinde inşa edilen kimliklerin insanların çevrim dışı ortamlarda sahip olmayı iste- dikleri, ancak bir şekilde olam- adıkları, toplum tarafından iste- nen kimlikler olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu çalışmaya bak- tığımızda insanların oluşturduk- ları personaların gerçek kim- liklerin yerini alması ve insanları olduğu çevreye yabancılaştırması hakkında ne düşünüyorsunuz? Evet böyle bir çalışma var, bu konuda yapılan başka araştır- malar da var ve bir genelleme yapmak için henüz yetersiz ve tu- tarsız bilgi sağlayabildiler. Aslında bu tutarsızlık gösterdi ki her kul- lanıcı aynı motivasyonla sosyal medya kullanmıyor ve insanların sosyal medya deneyimlerinde her zaman aynı benlik süreçlerini görmüyoruz. Örneğin bazı birey- ler olası benlikleri tasarlamak ve sahneye koymak için kullanırk- en, bazıları ise kendiyle ilgili iyi hissedebilmek için hâlihazırda olan olumlu özelliklerini ön plana çıkarmak isteyebilir. Bazen sosyal medyayı titizlikle hazırladığımız persona ile hedef bir kişiyi ya da kişileri etkilemek için kullanırk- en, bazen gerçek duygularımızı, düşüncelerimizi tüm açıklığıyla paylaşıp kendimizi ifade etmek için kullanabiliriz. Önemli olan kimlerin ne zaman neye ihtiyaç duyduğunu ve sosyal medyada bu ihtiyacına doyum alıyorsa nasıl bir mekanizma ile doyum aldığını bulmak. Bunları ayırt etmek bu deneyimin sonuçlarını ve diğer psikolojik değişkenlerle ilişkilerini ve ölümlülüğünün farkında olmak, ilişkisellik, toplumsallık, kontrol, güç, geleceği planlama kavramlarını örnek verebilirim. Bu kavramlar psikolojide bilimsel olarak, dinde ise kültürel, sağduyusal zeminde ve maneviyatla ele alınır. Din psikolojisinin çoğu birey- sel farklılıklarla ilgileniyor, ancak bilişsel din bilimi, bizi dindarlığa yatkın hale getirebilecek insan zih- nindeki/beynindeki evrensel olana odaklamaya çalışıyor. Bu yaklaşım- la ilgili düşünceleriniz nelerdir? Bilimin politik olmadığını ya da her zaman sadece “bilmek için bilmek” üzere yola çıktığını varsay- mak naiflik olur. Diğer bilim dal- larında da olabildiği gibi, psikoloji de tarihinden bu yana güç ve sermaye sahiplerince ya da baskın toplu- luklarca desteklenmiştir ve zaman zaman yön verilmiştir. Ana akım dediğimiz çalışmalar daha çok bu destekler ekseninde yer alır. Ama bilimin en önemli ve güzel özelliği her zaman eleştiriye, doğrulanma- ya ve yanlışlanmaya açık olması. Bahsettiğiniz odak belki böyle bir güç-sermaye durumuyla ilişkilidir ama bunu söylemek için dindarlık ve nöro-psikoloji ya da bilişsel psikoloji çalışmalarının son durumuna yeter- ince hakim değilim. Sadece şunu diyebilirim, bilimsel araştırmalarda her adım şeffaflıkla paylaşıldığı için (fon ve destekler de dahil) eleştiri, doğrulama/ yanlışlama her zaman mümkün. Yeter ki eleştirel gözden ve kalemden vazgeçmeyelim. Sizce psikoloji ve din ar- asındaki ilişkide medyayı nasıl konumlandırırsınız? Önce psikolojinin ve dinin medyadaki temsillerinden bahsede- bilirim. Psikolojinin geleneksel me- dyadaki temsilinin ağırlıklı olarak “Kadın kuşağı” olarak adlandırılan zaman ve içerik diliminde yer aldığını söyleyebiliriz. Ataerkil kültürde bakımverme, çocuk yetiştirme, duy- gular, ilişkiler,duygusallık, güçsüzlük, dayanıksızlık gibi konular ve durum- lar kalıp-yargısal olarak “kadına ait” görüldüğü için psikolojinin bu konu- larda yardıma yetişen yanıyla genel- likle kadınlara hitap eden bir alan olarak temsil edildiğini görüyoruz. Örneğin kadın programında çocuk- larda alt ıslatma gibi bazı davranış bozukluklarını açıklayan bir uzman psikolog ya da bir filmde kadın kar- akterin çözüm aradığı noktada baş- vurduğu, bu “kadınsı” girişimin de şakayla karışık dalga geçildiği yani değersizleştirildiği psikolog tem- sillerini düşünelim. Toplumsal cin- siyete dayalı bu temsil gözünüzde daha iyi canlanacaktır. Bu temsile ek olarak bir de yüzeysel ve mo- tivasyon ya da davranış koçluğu gibi yer alan temsillerden bah- sedebiliriz. Bu noktada aceleci ve hemen çözüm isteyen insanın “bir laf/ söz işiteyim hayatım değişsin” tarzında bir yatkınlığı yatıyor. Bu da seyircide kısa vadeli olar- ak karşılık bulduğu için sürüyor olsa gerek. Yine de son zaman- larda psikologların sosyal medya aracılığıyla örgütlendiğini ve daha doğru temsiller için çabaladığını unutmamak gerek. Dinin medyadaki temsili ise duygusal ya da bilişsel süreçleri hedefleyen farklı biçimlerde karşımıza çıkabiliyor. Bunlar kimi zaman politik amaçlara hizmet edebileceği gibi kimi zaman sa- dece kültüre ayna tutma işlevi de üstlenmiş olabilir. Örneğin ge- leneksel medyada belli dini gün- lerde ilahiyat uzmanlarının bilgi kaynağı olarak karşımıza çıkması ile bilişsel süreçlere hitap eden, kutsal kitap okuma yarışmaları ya da ilahilerin yer aldığı içeriklerde daha sanat ve dinin birleştiği, du- ygulara hitap eden temsillere ras- tlıyoruz. Bir filmde ya da dizide dindar karakterlerin yer alması ya da yer almaması, dindarlıklarının ele alınış biçimleri de temsilleri tespit etmemiz için güzel örnekler. Din ve psikoloji ilişkisi an- lamında ise bazen zıtlaşan ba- zen birleştiren temsiller görebili- yoruz. İnsan hayatında duygular, düşünceler, davranışlar, ilişkiler gibi aynı konularacevapgetirebilen iki alan olarak düşünüldüğünde bu da şaşırtıcı değil. Bilimsel ce- vapların dinin getirdiği cevapların yerini alacağı ve dinin hayattaki önemini ve yerini tehdit edeceğini düşünenler olabilir. Bu durumda birbirini dışlayan temsiller görmek mümkün. Yaşamışımızda medya bi- zleri nasıl etkiliyor? Sizce medya kullanımı dini bağlarımızı etkiler mi? Medya insanların gündelik yaşamlarında önemli bir yer teşkil ediyor. Hayata bakışımızda birçok etkiye sahip. İnsan psikolojisi bağlamında medyanın inançları güçlendirmede ya da zayıflatma- da ne gibi bir fonksiyonu olabilir? röportaj Etki çalışmalarının uzun yılları ve kültürleri kapsayan çalışmaları gösterdi ki medyanın insan duygusunu, düşüncesini ve davranışını etkilemesi mümkün. Fakat bu etkiler basit bir şekil- de “maruz kaldım o halde etkile- nirim” şeklinde olmuyor. Bireysel özellikler ve içeriklerin özellikleri etkinin derecesini değiştirebiliyor. Dinle ilgili tutum oluşturma ve güçlendirme amaçlayan içerikler, ancak kitlelerine göre doğru içerik tasarlarsa, ve içeriği alan kitle de buna motive olmuşsa etki yarat- abilir. Örneğin Ayrıntılandırma Olasılığı Modeli’ne göre, me- saj içerikleri insanların duygusal süreçlerini ya da bilişsel süreçlerini etkileyerek tutum değişimi yarat- abilir. Bir konu hakkında önceden ilgisi ve vakti olan biri bilişsel ve merkezi yolla yorumlayacağı bir mesaj gördüğünde bundan etkile- nir. İlgisi ve zamanı olmayan birine ise duygusal ve çevresel (dolaylı) yolla ulaşılabilir. Örneğin sevilen, olumlu duygular uyandıran bir ün- lünün dini programda yer alması, dini sembollerle görülmesi bu konuda ilgisi ve vakti olmayan bir- ine bile ulaşabilir. İzleyici mesajda- kileri olumlu olarak, detaya ihtiyaç olmadan süreçler. Örneğin Gamze Özçelik, bir insani yardımlaşma derneği ile çalışmalarını insta- gramda paylaşıyor. Onu başarılı ve beğenilen bir oyuncu olarak gören bir instagram kullanıcısı için bu içerik olumlu olarak zihninde yer alır. Gamze Özçelik’in imajına eş- lik eden dini semboller (başörtüsü gibi), fotoğraf ve açıklamalarda yer alan dini göndermeler bu olumlu duygularla eşleşip inançla ve inaçlı olmakla ilgili tutumları değiştire- bilir, güçlendirebilir. Bireyler günlük hayatta sa- hip oldukları ‘personaların yanın- da sosyal medyaya özgü bir per- sona da inşa edebilmektelerdir. İnsanların sosyal medya ile yarat- tıkları “sahne” personaların ned- eni ne olabilir? Bu durum psikolo- jik açıdan bir zayıflık mıdır? Yoksa insan doğasının getirdiği bir dürtü müdür? Günümüz koşullarında pek çok ilişki ve etkileşim artık sosy- al medya aracılığıyla yürütülüyor. Çevrimdışı hayatımıza ek olarak orada da bir persona oluşturmamız artık kaçınılmaz. Uzak mesafedeki arkadaşlıkların sürdürülmesi artık oradaki etkileşime bağlı. Hatta R Ö P O R T A J R Ö P O R T A J

RkJQdWJsaXNoZXIy Mzc2MDc5