MEDYALAB - 4. SAYI

17 16 Me dy aL ab Şub a t 2 0 2 1 16 Me dy aL ab Şub a t 2 0 2 1 17 Niander Wallace: Wallace şirketinin başkanı ve yeni nesil kopyaların üreticisidir. Ken- di yapmış olduğu kopyaları “melek” olarak nitelendirmekte ve yaptığı kopya insanların “cenneti fethetmesine yarayan işçiler” olarak görmektedir. Yukarıdaki iki fotoğrafta Wallace’ın insanları nasıl ürettiğini görmekteyiz. Fakat burada ilgi çeken şey Wallace ‘ın kopyaları incelerken kullandığı “ dokuz dünya” tabiridir. Dokuz dünya, Hristiyanlık öncesinde İskandinav mitolojisinde geçen çeşitli varlıkların vatan- larıdır. Bu dünyalar Yggdrasil adlı yaşam ağacının köklerinin ve dallarının üzerinde bulunmaktadırlar. Wallace’in bu Hristiyan- lık öncesi döneme atıflarda bulunması, cen- net, melek benzetmelerini sık sık kullanması onun kendini bir peygamber veya tanrı gibi gördüğüne delildir. Hristiyanlık gibi bir sema- vi dinden önceki inanışlara göndermeler yap- ması filmin geçtiği çağdaki insan- tanrı ilişkis- inin tahlilini yapmaktadır. Üretim ve tüketim öyle bir noktaya gelmiştir ki artık bir din ol- muştur. Bu yeni dinin ve tanrısının reklamları yapılmaktadır. İnsanlar artık melekler satın almaya başlamışlardır. İnançlar, sahip olunan ürünlerde birleşmiş ve insanlar artık görüp dokunabildiklerine melek, yaşadıkları bu şehre cennet, üreticiye ise tanrı demişlerdir. Sadece gerçeklik değil inanç algısı da bozul- muş, reklamlar ve ürünler dinlere kafa tutabi- lecek hale gelmiştir. Dokuz dünya tabirinin diğer bir anlamı da kurulan Dünya dışındaki koloniler olabil- ir. 2016 yılında Nasa’dan gelen bir açıkla- maya göre güneş sisteminde Dünya’nın on katı büyüklüğünde bir gezegen bulunmuş ve bu gezegene “Dokuzuncu Gezegen” ismi verilmiştir. Belki burada insanların ne ka- dar geliştiğine dair bir ipucu verilmektedir. Fakat her ne olursa olsun bu ileri teknoloji bile insandaki tüketme, alma arzusunu din- dirememiş, insanlığın sallantıda olduğu bir zamanda bile yüceliğini kaybetmemiştir. Dr. Anna Stelline: Deckard ve Rachael’in kızı, Wallace’ın aradığı kişidir. Çünkü Wal- lace sınırlı sayıda kopya yapabilmekte kop- yaların üremesini sağlayamamaktadır. Tyrell şirketinin son ürünü olan Rachael’in üreme yeteneğine sahip olup onu doğurması An- na’yı özel kılmaktadır. Anna üretilmiş bir kop- ya olarak gösterilmiş ve toplum hizmetine sunulmuş bu şekilde gizlenebilmiştir. Anna‘ da göze çarpan şey üretilmiş insanlar için anı yapıyor olmasıdır. Bunu üretimin ulaştığı manevi boyut olarak nitelendirmekteyim. Bu resimde Anna’nın kopyalar için anı üret- tiği sahneyi görmekteyiz. Anı üretimi ben- im nezdimde bireyselliği öldüren bir şeydir. Çünkü başkalarının anılarına sahip olmak, başkalarının karakterini, düşüncelerini ben- imsemek, acılarında kısılmak, etkisinde kal- mak demektir. Üretim öyle bir boyuta ul- aşmıştır ki o ne isterse biz onu görmekte, o neyi arzularsa onu istemekte, neye üzülürse onun için ağlamaktayız. Günümüz haberl- eri ve reklamları gibi. Bize gösterilen onların istediğidir ihtiyacımız olan şey değildir. Bize gösterilen istenilen şekilde ma- nipüle olmamızı sağlayacak, harcama yapmaya yönlendirecek sisteme karşı uyumamızı sağlayacak şeylerdir. Luv Luv: Filmde Wallace’ın yardımcısı olarak göze çarpmaktadır. Filmdeki fiil- eriyle bize liberalizmi sorgulatmaktadır. Wallace şirketi özel bir şirket olmak- ta ve gücü polis teşkilatınn içinde dahi hissedilmektedir. Ajan K’nin patronu Yüzbaşı Joshi’yi bıçaklarken Wallace’ ı kastederek “seni öldürmek zorunda kaldığımı ileteceğim” der. Özel bir şirket ve onun çalışanı böylesine muazzam bir güce sahip olmuştur ve onlara bu gücü veren temel şey de üretim yapmaları, bir nevi toplumun tüketimini sağlıyor olma- larıdır. Üretim aynı zamanda bir güçtür fakat özel şirketlerle (yani liberalizmle) kişilere korkunç boyutta bir hâkimiyet kazandırmaktadır. Filmde genellikle Ajan K’yi ya düşünürken ya da tek başına oturmuş üzülürken görmekteyiz. Sürekli bir şey- leri sorgulamakta, ne olduğunu, neler olduğunu anlamaya çalışmaktadır. Film- in kasvetli havasının da bize bu duyguları hissettirmek amacıyla seçildiğini düşün- mekteyim. Filmde donanımlı insanların ve makinelerin, donanımlı yalnızlıklarını izlemekteyiz. Başka bir tema olarak da “varoluş” kavramını görmekteyiz. İn- sanların ve insan gibi görünen tasarım- ların ne olduklarını sorguladıklarını sey- retmekteyiz. “İnsan nedir?” “ Ruh neyin içindedir?” “Tasarlanmış insanların ruhu olmaz mı?” “Ruha sahip olmak için doğ- mak mı gerekir?” gibi sorular karşımıza çıkmakta ve karakterlerimizin her biri bu soruya bir cevap niteliği taşımaktadır. Açıkça söyleyebilirim ki filmde sık sık holo- gramlar ile yapılan reklamlar karşımıza çık- maktadır. En lüks evden, yollara veya varoş mahallerine kadar her yerde bu hologram çıkışlı reklamları görmekteyiz. Burada dikkatimi çeken şey de bale yapan kızın durduğu mahalledir. Burası kasvetli yapısı ve taksilerin sürekli geçtiği, insanların sıkış tıkış bir şekilde yemek yedikleri yani toplum içindeki mahremiyetin sağlanmadığı bir yer olduğundan orta halli veya orta halin altında bir sınıfın burada yaşadığını düşün- mekteyim. Bu mahalleye lüks bir zevk olar- ak görülen balenin bir temsilcisinin konması reklamın artık sınır tanımadığının, bulabildiği her yere sindiğinin bir göstergesidir. Burada ise insanınhayatındaherzamanvarol- acak markaların bir tahminin yapıldığını veya onların yenilikçi vizyonlarının övüldüğünü düşünmekteyim. Yukarıdaki iki resimde hologram olan Joi’nin yağmura verdiği tepkiyi görmekteyiz. Fakat film boyunca insanları ya koşarken ya hırsızlık yaparken ya da birbirlerine küfürler savururken izle- mekteyiz. Herkes büyük bir boşluk içinde ve önceki insanların sahip old- uğu gerçeklik algısına sahip olama- dıkları için etraflarındaki insana özgü mutlulukları da kavrayamıyorlar. Yukarıdaki resimde Ajan K’nin gerçek bir çiçeğe verdiği tepkiyi görüyoruz. Ekosistem insan faktörü yüzünden öyle bir yıkıma uğramıştır ki bize sıradan gelen, koparıp va- zolarımıza koyduğumuz çiçeklerin bile varlığı silinmiştir. İnsanlar artık toprağın ve bitkilerin kısaca her şeyin gerçek olduğu zamanın özlem- ini çekmektedirler. Dünya büyük bir yabancılaşmanın pençesindedir ve bununla insanlara şu mesaj ver- ilmektedir, “Hayalinizdeki dünya ş anda yaşadığınızdan farklı değil ve eğer böyle devam ederseniz büyük bir özlem ve boşluk içine düşecek- siniz.” Diğer bir mesaj ise Dünya’nın amacının ne olduğudur. Filmde seya- hat edilen hemen hemen her yerde reklam panoları görmekteyiz. Sanki Dünya’nın tek amacı tüketilmekmiş gibi. Filmde bu eleştirilmekte, Dün- yayı yitirmenin kendimizi yitirmek olduğu mesajı verilmektedir. Filmde genel anlamda ürün reklamları görmekteyiz ve bu reklamlar anında satın almaya yönelik, açık yapılan reklamlar olar- ak karşımıza çıkmaktadırlar. Aynı şekilde bu reklamlar duygusal duruma yönelik reklam olma özelliğini de taşımaktadırlar çünkü kul- lanılan parlak ve açık renkler filmde hâkim olan kasvetli havayla büyük bir zıtlık oluştur- maktadır. Bu durum zaten ruh hali bozulmuş olan insanların parlak, hayat dolu reklam afişlerini gördükçe kendilerini iyi hissetme- lerine yol açmakta onlara satın almanın bir ihtiyaç olduğu izlenimini vermektedir. “Mut- lu olmak istiyorsan almalısın.” Materyalizm gelecekte dahi manasını değil var olma şek- lini değiştiriyor. Yaşanılan çağ gelişmiş bir çağ olmasına, in- sanların veya kopyaların tek tuşla istekleri ayaklarına seriliyor olmasına rağmen bu zamanın insanları büyük bir yabancılaşmanın içine düşmüşlerdir. Yalnızlar ve insanlıklarını kaybetmişler. Bu öyle bir duruma gelmiş ki hologramlar, insanların hayatlarında olan ve kıymetini fark edemedikleri şeylerin özlemini çeker olmuşlar. Büyük bir rol karmaşası var. bladerunner

RkJQdWJsaXNoZXIy Mzc2MDc5