MEDYALAB - 6. SAYI

1 0 M E D Y A L A B N İ S A N 2 0 2 1 1 1 M E D Y A L A B N İ S A N 2 0 2 1 11 10 Hİçbİryereaİtdeğİlİm(z): Ama hala umut var! E leven Kinds of Loneliness (Yalnı- zlığın On Bir Türü), Richard Yates tarafından 1951 ve 1961 yılları arasında yazılan kısa öykülerden oluşan bir derleme. Richard Yates’in ilk kısa öykü kolek- siyonu olan Eleven Kinds of Lone- liness, kişinin hafızasında, insan- ların hayatlarına bir dizi dokunaklı bakışlar uyandıran kült bir kitap özelliğinde. Bu kitaptaki hikayelerin ise “göç” meselesi ile dolaylı yönden bir ilişkisi bulunuyor. Göçmenlerin hayatlarındaki üzüntü, yalnızlık ve yabancılaşma, bir şekilde bu kitapta tartışılıyor. Bu sayının teması me- dya ve göç olunca, filmler, özellikle göç filmlerinin bu meseleyi ele alış biçimleri tartışmaya değer. Göçün sadece ulusötesi bir süreç olmadığını, aynı zamanda kırsal-kentsel bir mesele olduğunu söylemek mümkün. Bu tür her- hangi bir süreç sadece sosyal ağları geride bırakmayı değil, aynı zaman- da ilk başta kültürleşme süreçler- ine yol açacak bir kayıp, yerinden çıkma, yabancılaşma ve izolasyon hissini deneyimlemeyi de içerir. Or- tamdaki bir dizi faktör, stres sevi- yeleri, stresle başa çıkma yeteneği ve kişinin kişilik özelliklerine göre kendini köklendirme yeteneği ile birleştiğinde, ya bir yerleşme hissi ya da izole ve yabancılaşma hissi yaratır. Film ve göç ilişkisini daha iyi anlayabilmek için, göçmen kim- liğine sahip iki yönetmen ile yapılan bu röportajlar, Türk-Avusturya Göçmen Sineması’ndaki farklı kültürel kavramların temsiline değinmeyi amaçlıyor. Kenan Kılıç ve Hüseyin Tabak’ın göçmen so- runu, Avusturya’yı anlatının içine yerleştirerek, melez kimlikler ve milli değerleri ön plana çıkarıyor. Kılıç ve Tabak’ın filmleri iyimser- lik ve umutla çok kültürlülüğü, Anadolu milli değerlerini ve ulu- sal sinema anlatısını içeriyor. Her iki yönetmenin de filmleri Türk kültürünün geleneksel değerler- ine, bu değerlerin Avusturya’ya yansımasına odaklanıyor ve Tür- kiye’den Avusturya’ya göçün özelliklerini işliyor. Filmler, Türk göçmenlerin günlük yaşamların- da Türk ve Avusturya kültürleri arasında gidip gelmelerini konu ediniyor. Bu yönetmenlerin film- leri, göç sırasında ve sonrasında yaşanan deneyimleri gözler önüne seriyor ve her iki kültüre de ait ol- mama olgusunu vurguluyor. Bu bağlamda bu iki röpor- taj, Kılıç ve Tabak’ın filmlerinde göçmen sorunu, melez kimlikler, ulusal ve ulusötesi değerleri yeniden düşünmeye fırsat veriyor. Türkiye’den Avusturya’ya gelen göçmenleri nasıl tarif edersiniz? HüseyinTabak (HT): Burada çeşitli kuşaklar var. Aileler, 1960’larda ve 1980’lerde Avusturya’ya gelen ilk aileler. Bu ailelerin çoğu Avustu- rya hükümeti tarafından işçi olar- ak davet edildi. İşçiler ve aileleri gerekli işleri yaparak Avusturya’ya yerleştiler. Çocukları okullara git- ti ve Avusturya hayatına entegre oldular. Avusturya 1990’larda işçi alımını durdurdu; ancak Tür- kiye’den göç devam ediyordu. Türkiye’den Avusturya’ya gelen- ler için hayat çok zordu çünkü göçmenlere iş bulmak büyük bir sorundu. 1990’lı yıllarda Tür- kiye’den Avusturya’ya gelen göçmenlerin entegrasyonu daha zordu. Çocuklarının Almancaya alışması ve okullarında liseye git- mesi mümkün değildi. 1970’lerde ve 1980’lerde siyasi-entelektüel göçmenler Avusturya’ya gelirken, 1990’larda Türkiye kırsalından ge- len göçmenler de mevcuttu. Öte yandan son yıllarda Türkiye’den Avusturya’ya birçok genç eğitim için geliyor. Bu umut verici, çünkü o gençlerle yeni bir Türkiye imajı oluşuyor. Türkiye’den Avusturya’ya gelen göçmenlerin en büyük sorunu nedir? HT: Avusturya’da gençlerin pek çok sorunu var. Türkçe konuşu- luyor ve evlerinde Türk televizyon kanalları izleniyor. Örneğin birçok genç Avusturya başbakanının kim olduğunu bilmiyor. Öte yandan, Türk aileleri Avusturyalılara karşı ayrımcılık yapıyor. “Gavur” (gay- rimüslim) kelimesini kullanıyorlar. Umarım genç nesil bu sınırları aşa- bilir ve Avusturya’ya iyi bir şekilde entegre olabilirler. RÖPORTA J : DOÇ . DR . HASAN GÜRKAN A M A H A L A U M U T V A R ! Hiç Avusturya’daki diğer azınlıkları gözlemleme fırsatınız oldu mu? Varsa Türkiye’den gelen göçmen- lerle benzerlikler ve farklılıkları nelerdir? HT: Eski Yugoslavya’dan gelen göçmenlerin daha hızlı entegre ola- bildiğini söyleyebilirim. Bunun ilk nedeni aynı inanca sahip olmaları. Ancak ilginç olan nokta Müslüman Boşnaklar Türkiye’den gelen göçmenlere göre daha hızlı ente- gre olmuşlar. Türk televizyon kanal- larının bu anlamda olumsuz etkile- diğini düşünüyorum. Örneğin uydu sistemi olmadığında ailece Alman filmleri izlerdik. Annem ve babam ana haber bültenini Almanca olarak izlerlerdi ama şu an Türk televizyon kanallarından ana haber bültenini takip ediyorlar. Filmlerinizi nasıl tanımlarsınız? HT: Sinema sinemadır. Bazı çeşitleri var elbette… Komedi, dram, geril- im vs… Ancak bir hikaye yazarken her zaman onun hikayesine öncelik veriyorum. Olay örgüsünü insan- ların bakış açısından ifade etmeye çalışıyorum. Gerçekçi ama umut dolu. Dram, ama içinde çok az umut olan. Türkiye’de yaşıyor olsaydınız, film- lerinin temaları aynı olur muydu? HT: Türkiye’de yaşıyor olsaydım filmlerim aynı ama daha politik olur- du. Türkiye’deki proleterler ve etnik kimlikler maalesef çok zorlanıyorlar ve manipüle ediliyorlar. Bu durum dizilerle başlıyor, haberlerle yük- seliyor. Her yıl 50-60 dizi üretiliyor. Bu sayı 10 yılda 500’ü geçiyor. Bu sayının 4 veya 5’i bu sorunların bir kısmını ele alıyor ancak özgürce değil. Güzelliğin On Par’etmez filminde bir ailenin dramı anlatılıyor. Öte yandan filmde Kürt-Türk meselesi ele alınıyor. Bu sorun Avusturya’da yaşanıyor mu? Bu konuyu filmler- inizde büyük bir sorun olarak ele aldınız mı? HT: Türkiye’den Avusturya’ya gel- en bir çocuğun hayatı nasıl değişi- yor? Aslında başlangıç noktam bu oldu. Öte yandan bu çocuğun yarı Kürt, yarı Türk olması, sorunları beraberinde getiriyor. Filmin tüm dertleri Aşık Veysel’in türküsüyle son buluyor. Tüm önyargılar anın- da kaybolur. Bu çok kolay! Bir yerde barış hâkimse, kapitalist güçler iktidar olamaz. Ancak bir yerde kaos veya savaş varsa o ka- pitalist güçler, insanları şaşırtarak istedikleri yere yönlendirebilirler. T ürkiye ile Avusturya arasındaki sorunları anlatan bir film çekmeyi düşünüyor musunuz? HT: Evet, sanırım. Güzelliğin On Par’etmez filmine benzer olur. Kültürlerarası sinema ve küresel sinema hakkında ne düşünüyor- sunuz? HT: Kültürlerarası sinema iyi bir sinema dili. Çoğu filmin kültürle- rarası değerleri var. Bir erkek ve bir kadının hikayesi bile kültürle- rarasıdır. Bir erkeğin ve bir kadının dünyaları birbirinden farklıdır; ama bir şekilde aynı noktada buluşabil- irler. Örneğin Alejandro Gonzalez Inyarritu’nun yönettiği ve Oscar adayı olan Revenant filmi kültürl- erarası bir filmdir. Film, Amerikalı bir baba ile Amerikalı-Kızılderili oğlu arasındaki bir hikayeyi konu alıyor. Baba, oğlunun dilini öğre- nir ve oğlu zamanla her şeyi olur. Baba, oğlunun yanı sıra dağları, vahşi ormanla da tanışır; ama aslında bana her daim bir beyaz olarak kalacaktır. Ancak asla tipik Amerikalı Anglosakson bir beyaz olmayacaktır, arada yaşayacaktır, aynı göçmenler gibi. Türkiye’den Avusturya’ya gelen göçmenleri nasıl tarif edersiniz? Kenan Kılıç (KK): Birinci kuşaktan bahsedecek olursak, bir nevi fa- kir, masum ve aynı zamanda zeki olduklarını söyleyebiliriz. Bu ilk nesil aynı zamanda ne Türk ne de Avusturyalı hissediyor. Yaşları 25 ile 30 arasında değişen çocukları ise, ne Avusturya’da ne de Türki- ye’de konaklayabiliyor. Aslında nerede iyi hissederlerse Avustu- rya’da ya da Türkiye’de olmayı ter- cih ediyorlar. Avusturya’daki diğer azınlıkları gözlemleme fırsatınız oldu mu? Varsa Türkiye’den gelen göçmen- lerle benzerlikler ve farklılıklar nelerdir? KK: Türkiye’den gelen göçmen- lerle aynı değiller. Örneğin Yugo- slavya Federal Cumhuriyeti’nden gelen göçmenler, Avusturya’da ra- hatlıkla barınabiliyorlar. Coğrafy- aları ve tabii kültürleri Avustu- rya’ya yakın olduğu için uyum süreçleri daha hızlı ve kolay. Sosy- alleşme anlamında Batı kültürüne Türkiye’den daha yakınlar. Tür- kiye’den Avusturya’ya gelen ilk göçmenler daha farklı. İnançları, güven ilişkileri ve iletişim sistem- leri daha farklı. Belgeselinizi (Gurbet) izlerken göçmenlere bir haksızlık old- uğunu düşündüm. Demek iste- diğim bu insanlar anavatan- larından ve kültürlerinden çok uzakta ve farklı, yeni bir ülkeye taşınıyorlar. Ülkelerinde iyi eğit- im alamasalar da herkes onların yaşamasını ve yeni bir ülkeye uyum sağlamasını istiyor. KK: Avusturya’da ilk göçmenler yüksek vasıflı insanlar değildi. Bu insanların eğitimi yoktu ve hat- ta bir işleri dahi yoktu. Ancak Al- manya yüksek vasıflı, iyi eğitimli insanlar istiyordu. Avusturya sa- dece erkeklerin insan gücü olarak getirilmesini istedi, ancak Alman- ya hem erkeklerin hem de kadın- ların insan gücü olarak gelmesini istedi ve kabul etti. Avusturya’da göçmenler, Avusturyalının yapam- adığı ya da yapmak istemediği zor- lu işlerde çalıştırıldı. İş göçünün ilk yıllarında, göçmenlerin bir süre çalışıp ardından anavatanlarına döneceklerini düşüncüler, ancak bu, planladıkları gibi olmadı. Bu arada ne Avusturya ne de Türkiye bu insanlara destek vermedi. Sa- A M A H A L A U M U T V A R !

RkJQdWJsaXNoZXIy Mzc2MDc5