MEDYALAB - 6. SAYI
1 4 M E D Y A L A B N İ S A N 2 0 2 1 1 5 M E D Y A L A B N İ S A N 2 0 2 1 15 14 Günümüzde birçoğumuz baş- ka ülkede ya da şehirde okuma ya da çalışmayı düşünebiliriz çünkü bugünün şartları bunu mümkün kılar. Böyle bir gerçeklik içinde peki kültürlerimize ne oluyor? Dünya- da milyonlarca insanın hareketlilik halinde olduğu ya da doğduğu yerde yaşamadığı biliniyor. Bu noktada, bu insanların kültürleri bu hareketlilik- ten nasıl etkileniyor? Bir sonraki bölümde göç olgusu ve kültürün yersiz yurtsuzlaşmasını ele alacağız. Göç ve Yersiz Yurtsuzlaşma Küreselleşmenin getiriler- inden birinin insan hareketliliğinin küresel ölçekte artması olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada, göçün ne olduğu ve göç tipleri üzerine düşün- mek gerekmektedir. Temel tanımıy- la göç; savaş, hastalık, siyasi düzen- sizlik, doğal afetler, ekonomik ve eğitim sebeplerinden dolayı insan- ların bir ülkeden ya da coğrafyadan başka bir ülkeye ya da coğrafyaya yerleşmesidir. Göçler farklı şekilde kategorize edilebilmektedir. Me- kânsal bağlamda, iç ve dış göç olar- ak kategorize etmek mümkündür. Bunun yanında gönüllü ve zorunlu göçler olarak göçleri kategorize de edilebilir. İç göçler; aynı ülke içinde bir kişinin ya da grubun farklı bir bölg- eye göç etmesidir. Örneğin; İstan- bul’dan bir kişinin İzmir’e göç etmesi ya da Mardin’den birinin Samsun’a göç etmesi buna örnek verilebilir. Dış göçler ise, genel olarak bir ülk- eden başka bir ülkeye göç anlamın- da kullanılmaktadır. 1960 sonraki Türkiye’den Almanya’ya gidenler ya da savaş sonrası Suriye’den Türki- ye’ye gelenler buna örnek verilebilir. Diğer bir sınıflandırma ise gönüllü ve zorunlu göç arasında yapılabilir. Gönüllü göç; kişiler- in daha iyi eğitim, iş, sağlık ya da ekonomik fırsatlar için bir ülkeden başka bir ülkelere ya da bölgelere göç etmeleridir. Üniversite okumak için Türkiye’den ABD’ye giden bir öğrenci buna örnek olarak göster- ilebilir. Zorunlu göç ise en çok bah- sedilen ve konu alınan göç tipidir. Hatta birçok haberde istemsiz olarak göç kelimesi sadece zo- runluluklar bağlamında ele alın- maktadır. Depremler ve seller gibi doğal afetlerle beraber savaşlar ve iç karışıklıklar zorunlu göçlere neden olmaktadır. Özellikle Suri- ye’den ülkemize göç edenlerin çok olması sebebiyle göç kavramı son yıllarda sadece bu boyutuyla ele alınmaktadır. Bunların yanında “beyin göçü” kavramı da sıkça dil- lendirilmektedir. Kısacası “beyin göçü” bir ülkenin yetişmiş ve iyi eğitim görmüş bireylerinin daha iyi imkanlar için başka ülkelere göç etmesi anlamında kullanıl- maktadır. Bu anlamıyla beyin göçü gönüllü bir göç olmakla beraber dış göç kategorizesine girmekte- dir. Ancak temel olarak bütün göç tipleri doğrudan ya da dolaylı olar- ak artan küreselleşme ile paralel olarak ele alınmalıdır. Hangi şekilde ve nereye göç edilirse edilsin insanlar eski yaşadıkları yerlerin kültürlerine uzak kalır ve ayrıldığı mekanıyla olan bağı zayıflamaya başlar. Küre- selleşme ile beraber artan insan hareketliliğine bağlı olarak ortaya çıkan ve yoğunlaşan göçmenler, kendi kültüründen ve kimliğinden uzak kalma riskiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu noktada, göç ile me- kânsal bağlılıkları zayıflayan in- sanlar iletişim imkanlarının verdiği ölçüde köken kültürlerini yaşama- ya devam etmeye çalışmaktadır. Son yıllarda gelişen iletişim şartları veberaberinde kullanılmaya başla- nan internet ile beraber zaman ve mekan sınırlılıklarının ortadan kalkmasıyla kültürlerin yerinden bağımsız olarak yaşanmasının önü açılmıştır. Bu durum kimliklerin ve kültürlerin yersiz yurtsuzlaşmaya zemin hazırlamıştır. Yersiz yurtsuzlaşma göçebelik ile ilişkili bir kavram olarak ele alın- mıştır. Deleuze ve Guattari (1990) yersiz yurtsuzlaşma kavramını hem köklerinden kopamama hem de tam olarak geçmişine ya da geldiği yere bağlı olamama hali olarak nitelendirmiştir. Bunun yaşanma ihtimalini arttıran ise göç olgusudur. Türklerin Almanya’da yaşadığı buna benzer bir durum- dur. Almanya’da göçmen olarak görünen Türkler Türkiye’de ise “Almancı” olarak nitelendirilmek- tedir. İletişim teknolojileri ise göç ile yersiz yurtsuzlaşan kültürleri ya da toplulukları bir şekilde ken- di köklerine dönme ortamı yaratır. Televizyon ve internetin küre- sel bağlamda kullanımıyla bera- ber küreselleşmenin daha yoğun yaşandığı ifade edilmesine karşın (Waisbord 2004), Avrupa sınırları içindeki genç Müslümanlar üze- rinde yapılan bir çalışmada, yeni iletişim teknolojileriyle beraber gençlerin dini ve ulusal değer- lere bağlılıklarının arttığı tespit edilmiştir (Shavit, 2009). Kısacası, genç kesim Avrupa’da uzak kaldığı kültürüne ve ulus değerlerine yeniden ulaşma imkânı bulmuş, bu durum gençlerin yeniden kendini ait gördüğü kültüre ya da kimliğe daha güçlü şekilde bağlı hisset- mesine neden olmuştur. Böylece insanlar göçmen hissiyatını hafi- fletmeye çalışmış ve kendilerini uzak diyarlarla bağlı hissetmeye çalışmışlardır. Günümüzde diaspora top- lulukları ana vatanlarından uzak bölgelerde kültürlerini yaşamaya devam etmektedirler. Trinidad To- bago’da 1.234.388 olan nüfusun yaklaşık %40’ını Hindistan’dan sömürgecilik döneminde getiren Hinduların torunları oluşturur. 1990 sonrası internetin yaygın- laşmasıyla ve buradaki Hinduların bu teknolojiye uyum sağlamasıyla beraber Hindistan’a bağlı olarak Hint kültürünü yaşamaya devam etmişlerdir (Eriksen’den Aktaran İpek, 2019). Bununla beraber, Hindistan genelinde görünen Hristiyanlaşma, aile ve toplumsal yapıdaki değişimlerin aynıları Trinidad Tobago’daki Hindular- da da yaşanmıştır. Kısacası Tir- inidad Tobago’daki Hindular ile Hindistan’daki Hinduların kültürel değişimleri bile ortalık göstermek- tedir. Bu durum hem Hindistan’da yaşayanları hem de Trinadad To- bago’da yaşayanları aynı kültürün ortak taşıyıcısı durumuna get- irmiştir. Bunu sağlayan iki önemli faktör vardır; iletişim imkanlarının genişlemesi ve buna bağlı olar- Küreselleşme, Göç ve Kültürlerİn Yersİz Yurtsuzlaşması Küreselleşmeyi Tanımlamanın Zorluğu ve Göç ile İlişkisi G ünümüzün en çok tartışılan kavram- larından biri olan küreselleşme, kesin olarak tanım- lanamayan ve birçok farklı açıdan farklı şekilde algılanan bir olgudur. Bunun yanında kavram çeşitli yan kavramlarla bir bütün olarak da kul- lanmaktadır. Politik, ekonomik ya da kültürel anlamda küreselleşme olgusundan bahsetmek sınırları ve tartışmaları sonsuza giden bir liter- atüre kapı açmak demektir. Robertson (1987) küre- selleşmeyi beş evrede açıklamak- tadır. Ona göre küreselleşmenin ilk evresi 15. yüzyıldan başlayarak 18. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu evre oluşum evresidir ve coğrafi keşi- fler ile sömürgeciliğin de başladığı sürece denk gelmektedir. Başlangıç evresini ise 1870 olarak ifade etme- ktedir. Bu dönemden sonra ulusal toplum kavramının kabul gördüğü bir süreçle beraber resmi uluslararası ilişkiler süreci oluşmaya başlamıştır. 1870 ile 1920 yılları arasını ise küre- selleşmenin yükseliş dönemi olarak ele almıştır. Bu süreçte, Avrupalı ol- mayan topluluklar ilk kez topluluk olarak kabul görmeye başlamıştır. Bununla birlikte ilk kez olimpiyat- lar gibi uluslararası organizasyonlar düzenlenmeye başlanmıştır. 1920 ile 1960 yılları arasında ulusal he- gemonya mücadele evresine girilm- iştir. Bu evreyi savaşlar dönemi olarak ele almak da mümkündür. Ulusal devlet tanımları ve Birleşmiş Milletler gibi kurumların kurulduğu dönemdir. 1960 sonrası ise belirsiz- lik evresi başlamıştır ve 1990’lı yıl lara kadar devam etmiştir. 1990 sonrası dönem ise iletişimin hı- zlandığı ve buna bağlı olarak birçok tartışmanın daha yoğun yaşandığı bir dönem olmuştur. Held ve McGrew (2008) küreselleşme tartışmalarının genellikle 3 ana eksende şekil- lendiğini öne sürmektedir. On- lara göre bu süreçler, “Aşırı küre- selleşmeci yaklaşım”, “kuşkucu yaklaşım” ve “evrimsel dönüşüm- cü yaklaşım”dır. Aşırı küreselleşme- ci yaklaşıma göre, daha önceki dönemlerde gerçekleşmiş olan küreselleşme hareketleri inkâr edilmezken modern küreselleşme tarihi bir kırılma olarak ele alın- maktadır. Önceki dönem yaşanan- lar ön-küreselleşme evresi olarak değerlendirilmektedir. Kuşkucular ise küreselleşmenin yıllar süren bir süreç olduğunu ve yeni bir olgu olarak karşımızda yer almadığını ifade etmektedirler. Evrimsel dönüşümcü yaklaşımcılar, küre- selleşmeyi sosyal-ekonomik ve sosyal-politik değişimlerin hızını ortaya koyan bir güç olarak ele al- maktadırlar (Kürkçü, 2013). Robert J. Samuelson, küre- selleşmeyi “iki yüzü keskin bir kılıç olarak tanımlamaktadır”. Ona göre küreselleşme bir yandan yeni te- knoloji yayılımı ve hayat standart- larının yükselişi anlamına gelirken diğer yandan kültürü, geleneği yok etmekle tehdit eden, sosy- al ve ekonomik istikrarı bozan bir süreç olarak kendini göster- mektedir (Şimsek ve Ilgaz, 2007: 189). Tomlinson ise küresellemeyi modernizm ile beraber açıklar ve özellikle 20. yüzyıl sonrasına işaret ettiğini vurgular. Tüm bu tartışmalardan da anlayacağımız gibi küreselleşmeyi bir zamana ya da döneme sıkıştırmak ya da kes- in bir tanımlama yapmak oldukça güçtür. Ancak temel olarak küre- selleşmeyi dünyadaki insanlar ve toplumlar arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması ve hızlanması olar- ak algılamak mümkündür. Kevin Robins küreselleşmeyi hareketlilik olarak tanımlamaktadır. Hareketli- lik bilginin ya da enformasyonun hareketiyle beraber paranın, mal- ların ve insanların hareketi olarak da algılanmalıdır. Küreselleşmeyle bera- ber ele alınması gereken konu- lardan birisi de göçtür. Nitekim ülkeler arasındaki hareketliliğin ve bağlantının artması insan hareketliliğini de arttırmıştır. Günümüzde ulaşım imkan- larının gelişmesi ve önemli ölçüde ekonomik sebeplerden ötürü birçok Türk Almanya’da çalışmak- tadır. Buna benzer şekilde Pa- kistan ve Hindistanlılar ABD’de, Cezayir ve Faslılar Fransa’da, Suriyeliler ve Afganlar Türkiye yaşamaktadır. ABD sınırları içer- isinde yaşayan insanların birçoğu farklı etnik kökene, ülkeye ve dine mensuptur. Gerek savaşlardan ötürü gerekse eğitim ve iş amaçlı milyonlarca insan bugün hareke halindedir. İ S T İ NY E ÜN İ V ERS İ T E S İ ARAŞ T I RMA GÖR . TUGAY SAR I KAYA Y U R T S U Z L A Ş M A Y U R T S U Z L A Ş M A
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy Mzc2MDc5