MEDYALAB - 6. SAYI

3 4 M E D Y A L A B N İ S A N 2 0 2 1 3 5 M E D Y A L A B N İ S A N 2 0 2 1 35 34 Gözlerindeki Hikaye “Anne! Anne! Neredesin?” Ortalık toz duman içinde. Göz gözü görmüyor. Bir yandan koluyla gözlerine yapışan tozları silmeye çalışıyor bir yandan da annesini aramaya çalışıyordu. Ağlayacak- tı. Korkuyordu. Evin salonunda kardeşiyle oynarken birden büyük bir ses gelmişti. Annesi de o sıra- da mutfaktaydı. Yavaş yavaş sak- inleşmeye başladı ama hala çok korkuyordu. Annesi onun her zam- an zeki olduğunu ve yaşının çok üstünde bir olgunluğa sahip old- uğunu söylerdi. Yine mi başlamıştı zulüm? Rahat edemeyecekler miydi artık? Bundan iki yıl önce de aynı zulüm nedeniyle evlerini terk et- mişlerdi. İnsan olduğu şüpheli olan varlıklar kendi hallerinde olan dört kişilik aileyi ve belki de çok daha fazlasını evlerinden etmişti. O saldırıda babası ölmüştü. Annesi, kardeşi ve kendisi babalarının ce- nazesini bile alamadan her şeylerini geride bırakarak kaçmak zorunda- lardı. “Her şey bitti, rahata eriştik.” derken bu yaşadığı şeyin gerçek olacağına inanmıyordu. Ellerine baktı. Sağ elinin bileğinde küçük bir kesik vardı. Onun dışında herhangi bir yarası yoktu. Babasını düşündü. Acaba şimdi neredeydi? Kendisini görüyor muydu? Eğer görseydi onları kur- tarabileceğinden emindi. Çünkü kendisi 4 yaşındayken babası onun yanında olacağına dair söz vermişti. Bir gün evlerinin önünde bisiklet sürmeyi öğreniyordu. Çok ko- rkuyordu çünkü bisiklet kendisin- den büyüktü. Babasının bacağına sarıldı. Babası onun küçücük bo- yuna gelerek: “Merak etme oğlum. Ben varken korkmana gerek yok. Annelerini bulmalıydılar. “Anne! Anne!” Hala ses yoktu. Aklına gelmezdi ki annesinin de babası gibi gideceğinden. Or- talıktaki tozlar dağılmaya başladı. Pencerenin kırık camından içeri gelen ışık parçacıkları karanlığı biraz dağıtmıştı. İçeri gelen ışık sanki kendilerine yol göstermek için gönderilmişti. Kardeşinin elinden tutarak yavaş yavaş mut- fağa doğru ilerlemeye başladılar. Ancak çok fazla gidemiyorlardı. Çünkü kırılan camın parçaları salonun her yerine yayılmıştı ve kardeşlerin ayaklarına batıyordu. Küçük kardeşi ağlamaya başladı. Çok korkuyordu. Ağabeyi ise onu sakinleştirmek için elinden geleni yapıyordu. Birden bir ses duydu. İkisi de sessiz bir şekil- de yere çömelerek beklemeye başladılar. Kendilerine yaklaşan ayak seslerini büyük bir dikkatle dinliyordu. Pencereden gelen ışık, gelenin yüzünü aydınlatmıştı. Bir çift göz kendilerine bakıyordu. Çok korkuyordu. Ama bunu dışarı yansıtmıyordu. Çünkü kardeşini korumak zorundaydı. Kendilerine yaklaşan kişiyi ışığın da yardımıy- la sert gözlerle süzmeye başladı. Üstünde yeşil bir üniforma, elinde de uzun bir silah vardı. Heybetli, yapılı bir kişi kendilerine doğ- ru yaklaşıyordu. O yaklaştıkça kardeşine daha çok sarılıyordu. Artık göz gözeydiler. Yere çömel- di ve elini büyük kardeşe uzattı. Eline baktı. Büyük, sert, kırmızı çizgileri vardı, “Muhtemelen yara izleri” diye düşündü. Çünkü ken- disinde de vardı, ele baktı. Çok tanıdık gelen bu elin babasına ait olduğunu düşündü. İçinden bir ses “Bu eli tutmalı” diye söylüyor- Her zaman yanında ol- acağım. Söz veriyorum.” demişti. Ağlamaya başladı. Neden bizi bıraktın gittin dercesine sitem ediyordu babasına. Ama anne- sinin dediği gibi o yaşının çok üstünde bir olgunluğa sahipti. Babasına kızmasına gerek yoktu. Çünkü o da böyle olmasını iste- mezdi. Babası yaşasaydı burada, bu toz bulutunun içinde onları yalnız bırakmazdı. Etrafına bakındı. Anne- sinden hala ses yoktu. Yanına gitmeyi düşündü ama her yer karanlıktı ve nefes almakta zor- lanıyordu. O an paçasında bir ağırlık hissetti. Paçasının bir yere takıldığını düşündü. Paçasını takıldığı yerden kurtarmak için eğildiğinde bir çift kol kendisini sardı. “Ağabey! Çok korkuyorum!” Bu kolların sahibi kardeşiydi. Onu nasıl unutmuştu? Duyduğu büyük sesin hemen öncesinde kardeşiyle oyun oynuyorlardı. O sesten, patlamadan sonra anne- sine gitmek istemişti. O yüzden de kardeşini unutmuştu. Ken- disine kızdı. Çünkü babasının ona söz verdiği gibi o da ken- di kardeşine onun her zaman yanında olacağına dair bir söz vermişti. Kardeşine sarılarak onu sakinleştirmeye çalıştı. Kendisin- den iki yaş küçük olan kardeşinin gözlerine hayrandı. Renkli gözler- inin ona gülmesini çok seviyordu. Omuzlarından sarkan sarı saçları güneş gibi parlıyordu. medya l ab öğrenc i s i ENE S Dİ L L İ du ama güvenemiyordu, korkuyordu. İçin- den gelen sese kulak verdi. O büyük eli tuttu. Diğer eliyle de küçük kardeşinin minik elini tutuyordu. Elini tutan o eli hissetmeye çalıştı. Babasının elini tutuyormuş gibiydi. Ona güvenmeye başladı. Ama kardeşinin elini de asla bırakmıyordu. Dışarı çıkmışlardı. Ortalıkta hiçbir şey kalmamıştı. Hepsi yerle bir olmuştu. Evin yakınında olan çok sevdiği parkı aradı gö- zleri. Göremedi. Üzülmüştü. Artık kardeşi- yle oyun oynayamayacağını düşündü. Kardeşinin gözlerine baktı. O çok sevdiği gözler yaşlarla doluydu. Tuttuğu eli bıra- karak kardeşinin yanına eğildi ve elleriyle kardeşinin gözlerindeki yaşı sildi. Sonra o büyük elin sahibine döndü. Ona dev adam diyesi gelmişti. “Annem. O mutfaktaydı.” dedi. Dev adam kendilerini güvenli bir yere çektikten sonra tekrar eve girmişti. Yerinde duramadı. Kardeşini de alıp dev adamın peşinden gittiler. Mutfağa girdikler- inde hiçbir şey göremediler. Yemek masası, dolaplar. Hiçbiri yoktu yerinde. Dev adamı gördü. Öylece durup yere bakıyordu. Onun baktığı yere baktı. Pek bir şey göremedi. Sadece gözü bir şeye takıldı. Yerdeki tahta parçalarının arasından bir elin ona uzandığını gördü. O el… Annesinin saçını okşadığı eldi. Korktuğu başına gelmişti. Annesi de babası gibi onu bırakmıştı. Oraya gitmek istedi. Gidemedi. Kardeşi onun elini bırakmıyordu. Hiçbir şeyden haberi olmayan o küçük kız ağabeyinin elini bırakmıyordu. Sonra bir ses işitti. “Ağabey! Ağabey! Buraya gelmen lazım.” Kulağında bir çınlama vardı. Rüyadan uyanacak gibiydi sanki. Keşke bunlar rüya olsa diye düşündü. Gözlerini açtı. Karşısın- da bir çift küçük göz kendisine bakıyordu. Esmer tenli, kısa saçlı, sıska kollara sahip bir çocuk kendisine bakıyordu. İnanamadı. Bu çocuk… Bu çocuk kendisinin küçüklüğüne çok benziyordu. “Ağabey! Gelmelisin.” Bu ses… Kardeşinin sesiydi. Başını çevirdi. Kardeşinin o gülen gözlerinin güneş gibi parladığını gördü. Kendisine geliyordu yavaş yavaş. Ayağa kalktı. Sakin adımlarla kardeşinin yanına yaklaştı. Gözlerine baktı, elini tuttu. Ona kocaman sarıldı. “Ağabey. İyi misin?” Ağabeyinin neyi olduğunu anlay- amamıştı. Sonra öğrenirim diye düşündü. “Ağabey, gitmemiz lazım. Mazlumların yaralarını sarmalıyız. Onlar da bizim gibi kendi evlerinden kaçıp buraya sığındılar. Verdiğimiz sözü hatırlasana. Onları yaşatma- ya söz vermiştik ya.” Kardeşinin güzel gö- zlerine baktı. “Haklısın güzel kardeşim. Biz bir söz verdik.” Kardeşi gidecekken kolundan tuttu ve kendisine çekti. “Seni asla bırak- mayacağım. Seni her zaman koruyacağım. Bunu unutma olur mu?” dedi. “Biliyorum ağabey. Sen sözünden hiç dönmedin. Hadi gitmemiz lazım. Bizi bekliyorlar.”

RkJQdWJsaXNoZXIy Mzc2MDc5