MEDYALAB - 6. SAYI

8 M E D Y A L A B N İ S A N 2 0 2 1 9 M E D Y A L A B N İ S A N 2 0 2 1 9 8 bunu aldı, cebine kaç markı artar ki? Yol parası. Memlekette geçir- ilecek bir aylık tatil. Göz doldu- ran, Ballıhisar’lıyı artık İncegül Bayram diyerek kendisiyle alay ettirmeyecek bir araba için daha ne kadar fazla saat, fazla gün yapmam gerek? Kendisi için ayrılmış, tek saati olmayan son üç yıl.” Romanda sadece Bay- ram’ın meta fetişizmini ve statü kazanma çabasını okumuyoruz tabii ki. Bir dönemin doğal be- timlemesi ile de karşı karşıyayız eserde. Bayram, yolculuğunu sürdürürken, okuyucu kliması ol- mayan araçta onunla terlerken, Bayram’ın yorgunluğu okuyanı da bitkin bırakırken Türkiye’nin 1970’li yıllardaki siyasi, kültürel ve toplumsal görünümünü de gö- zlemleme fırsatı buluyoruz. Bay- ram’ın Türkiye’den ‘neresi olursa’ diyerek göç etmesine neden olan atmosfer ve toplum yapısı kitabın tümünde detaylı olarak aktarılıyor ve kendi ülkemizde dilini, dinini, insanını hiç bilmediğimiz bir ülk- eden daha yabancı hissedebilir miyiz sorusu da ister istemez sor- uluyor. “Ne geçecek ki ellerine şehre göçüyorlar? İsmail göçtü de ze- ngin mi oldu? Ben bilmem de kim bilir, bizim şehirlerde canımızın kurtulmayacağını? Şimci köyde bana sorsalar, derim, göçecek- seniz doğru dışarı göçün. Meml- eket dışına. Boşuna sürünıneyin Ankara’larda, Afyon’larda, Istan- bul’larda. Evet, dışarda da iş kolay değil, zorluklar çok. Ama bakın bana işte. Kim verir buralarda üç yılda bal gibi, gıcır gıcır bir araba size?” Bayram’ın yalnızlığı, çare- sizliği, onu tanımayan insanların bile onu sevmemesi, Bayram’ın cehaleti ve daha da kötüsü bun- ların hiçbirinin farkında olmaması roman boyunca onun ve onun gibi harcanan pek çok yaşamın hüznünü de aktarıyor okuyucuya. Bayram’a sinirlenebilirsiniz, belki onu, gömleğini, şapkasını görünce kendinizi gülmekten alamazsınız, fakat Bayram’da vücut bulan in- sanlık halinin sadece ona hatta bir azınlığa ait olmadığını anladığınız- da bu duygular insana değil zam- ana özgü hale gelir ve zanneder- im ki pek çoğumuzu düşündürür. “Hep kaçmak. İnanmak ve görmek istemediği her şeyden kaçmak. Buna alışkın Bayram. En çok buna alışkın. Bu alışmaya taa, köyün içinde ilk Ford’u gördüğü zaman başlamadı mı? Gözünü tek o noktaya dikip bastığı yeri şaşır- madı mı? Bütün köylü, Ford’un içinden çıkan adamın eline sarılmıştı. Önünde kurbanlar kesmişti. O Ford’u, o Ford’un ad- amını baş tacı etmişti.” Ve romanın sonunda Bay- ram’ın neler hissettiğini daha da detaylı okuyabilseydik keşke. Bayram’ın göçü hayallerindeki gibi olabilirdi, olamadı… Çünkü Bayram, göçü yalnızca yolu tamamlamak sandı. Yol bittiğinde ise dönüp dolaşıp aynı yere gelmişti, onca yol boşuna… “Bayram, hangi yönü seçeceğini bilmeden, dörtyol ayrımında bek- liyor. Hiç bir yöne sapmayı gözü tutmuyor, canı çekmiyor. Hiç bir yolun ucunda, kimse Bayram’ı beklemiyor.” Ankara Kasım, 1975 B İ R S A R I M E R C E D E S Göç ve Arkandan Gelen Şehir: Bir Sarı Mercedes 1 Öyküsü 1 1 “Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim,” dedin, “bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet. Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya; -bir ceset gibi- gömülü kalbim. Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede? Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam, kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün, boşuna bunca yıl tükettiğim ülkede.” Yeni bir ülke bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda dolaşa- caksın. Aynı mahallede kocayacaksın; aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma- Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok. Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de. Konstantin Kavafis, Şehir. (çev. Cevat Çapan) Göç temalı bir yazı yazmayı planlarken aklımda bambaşka çıkış noktalarının dolaşmasını engelle- mem mümkün olmadı. Her şey- den önce bizim coğrafyamızda göç yürekte ince bir sızı yaratan bir ke- lime. Çağrışımları çok fazla, çok yaşanmışlık var bu topraklarda ve kolektif hafızamızdaki kırılgan konu- lardan biri bu. “Bayram’ın gözüne, direksiyonuna kurulduğu Mercedes’i bütünüyle bir kez daha göründü. Yüreğiyle bir kez daha tozunu aldı; sevip okşadı onu. Güvenle kaykıldı arkasına. Oturduğu yere, salt geçmiş yılların değil, çok uzun bir yolun yorgun- luğunu da hemen hiç duymaksızın, keyifle yerleşti.” Konunun çok yönlü oluşu bir seçim yapmayı da gerektiri- yor: Akademik bir içerikle mi yaz- malıyım? Sinemada mı göçün izler- ini sürmeliyim, edebiyatta mı? Biraz düşündükten sonra zihnimde dön- meye başlayan ilk örneği çektim çıkardım su yüzüne: Fikrimin İnce Gülü. Adalet Ağaoğlu’nun 1976’da yayımlanan ve edebiyatımızın ilk yol romanı olarak tanımlanan es- eri, göçle ilgili güzel bir örnek. Ro- manı elime alıp sayfalar arasında gezdiğimde kendimi o evrende buldum. O yıllarda ve yollarda… Bayram, Balkız dediği otomobilini yormamak için herhangi bir eşyayı bile yanına almak istemezken, ben arka koltukta sessizce onun yolcu- luğunu izledim bir kere daha. “Evet, DOÇ . DR . AYBİ KE S ERTTA Ş B İ R S A R I M E R C E D E S de herhangi biri olması. Yoksul, sevgisiz ve özgüvensiz büyümüş bir adam olan Bayram, Alman- ya’da yemeden, içmeden, ade- ta yaşamadan, bir makine gibi çalışarak para biriktirip aldığı Mercedes otomobil ile “biri” ol- mayı amaçlıyor. Kendi ülkesinde, kendi insanlarının gözünde kazan- amadığı statüyü, sahip olduğu lüks otomobil ile elde edeceğine olan inancı tam ve bu konu onda öyle bir takıntı haline geliyor ki gittiği ülkenin ona biriktirdiği para dışın- da hiçbir katkısı olmuyor. Ne güzel bir anı, ne yeni bir dil, ne kendisini geliştirecek bir nitelik, ne de dost kazanıyor. Bundandır ki Mercedes köyüne giden yolda gittikçe hur- daya dönüşüp eski güzelliğini yitirdiğinde, Bayram’ın travması bir eşyayı kaybetmekten çok daha fazlası ile açıklanabiliyor. “Bayram’ın en son atılımı: Boş her dakikasını, bu Mercedes’i alabilmek için harcadığı gün- ler. Durmadan iş saatlerini çoğaltıyor. Etti iki bin dokuz yüz mark. Haftada yirmi fazla saat daha yap. Etti üç bin dört yüz mark ... Aklı hep son çıkan Mercedes’lerde. Ama şu bir yıl öncesinin 200’ ünü bile en çok in- dirimle, tek mark kazıklanmadan nasıl edinebilir? Hadi “Bastı Mercedes’in kornasına. Traray trarayy!.. Ne güzel be! Ne güzel bir ses bu!.. Kadın sesinden güzel Bütün türkülerden, bütün şarkılardan güzel. .. Traray trarayyy!” “Evet, evet. Güzeldi. Çok güzeldi köprüden Boğaz’ın, İstanbul’un görünüşü. Kuşkusuz. Yırtıkları, sökükleri uzaktan seçilemeyen bir balıkçı ağı denli güzeldi. O ağa takılan balıklar için nasıl ürkütücü, çırpındırıcı ise, o ağa dıştan bakanlar aynı oranda güzel. Bütün o kargaşaya, bütün o çırpınmalara, bütün o can der- dine düşmüşlüğe, bencilliklere; gelmişle geçmişin kıyasıya vuruşmasına; soranla susanın, duranla koşanın üst üste düşme- sine; hem iç içeliğin hem dışta kalmanın acı biber tadına uzak durma… Söz dinlemez, ipini koparmış bir kente çelik bir hat üstünden egemen olma. Bir değnek dokunduruşuyla her şeyi susturma.” Fikrimin İnce Gülü, yurt- dışına çalışmaya giden ve gur- betçi diye tanımlanan Türk vatandaşlarının, kendilerine refah içerisinde yaşamlarını sürdüre- cek bir ortam sunmayan ülke- lerini geride bırakıp hayallerini gerçekleştirmek üzere tamamen yabancısı oldukları başka bir ülkeye göç etmelerini anlatıyor. Bayram bu insanlardan herhangi biri. Bayram’ın en büyük problemi

RkJQdWJsaXNoZXIy Mzc2MDc5